HEPİNİZE MERHABA
Yayla ormanlarında akşama kadar çalışıp, akşamleyin bir kütük koşarak, ormancı korkusuyla, sabaha karşı köye gelebilen, çileli dostlarım. Gece kalkıp sap çeken, kuşluk vaktine kadar harman saçan, akşama kadar döven sırtında, o sıcakta yanan, akşamleyin harmanı toplayıp, geceleyin tığ savurarak emeklerini göremeyen değerli büyüklerim. Sabahleyin hayvan otlatıp, çantasını kapıp, koşarak okulun yolunu tutan, değerli arkadaşlarım. İstanbul’da doğup büyümüş, hayatları mücadele ile geçen kardeşlerim, dostlarım. Hepinize merhaba.
Bizler zor şartlar altında çocukluğumuzu yaşamadık. İyi beslenemedik. Hayatın zor şartları arasında çalışıp durduk, yaşımızın üstündeki yüklerin altında ezildik. Şartlar bizi gurbet ellere düşürdü. Evlendik, çocuk sahibi olduk. Dallanıp budaklandık, kök saldık.
Çocukluğumuzda dört bayram yaşardık. Birincisinde, sabah kalkıp, büyüklerin elini öper elde bir torba, şeker toplardık. Köyün hepsini gezerdik. Bayramlarda salıncaklar kurup, doyasıya sallanırdık. Hepimiz dostça ve kardeşçe.
İkincisinde arpa çorbası, bulgur pilavı, omaç çorbasından bıkan midemiz, biraz et görür, bayram ederdi
Üçüncüsünde, yazın ekin zamanı, yağmur yağsa da biraz dinlensek dediğimiz, dualarımızın kabul gördüğü yağmurlu günlerdi.
Dördüncüsünde yılbaşı kutlardık. Kimimiz damat, kimimiz gelin, kimimiz dümbelek çalar, kapı kapı gezerek, un, bulgur, yağ, toplardık. Ertesi günü köy meydanında satar, parasını bölüşürdük. Satılmayan yiyeceklerden, yemek yaptırıp, tüm çocuklar ziyafet ederdik. Bu günlerde bizim için bir bayramdı. Büyüklerimiz yanık ekmek yerseniz, para bulursunuz sözlerini unutamam.. Sonra ları anladık, ekmek zayi olmasın diye söylendiğini. Ara sıra yol kenarına, gizliden para atıp, bizi oraya yönlendirmelerini, para bulmamızı sağlamalarını bilmiyorduk. Çocuğuz para bulduk mu dünyalar bizim olurdu. Çocuksun, artık inanırsın, yanık ekmek yersen, para bulursun.
Cumartesi günleri, Mesudiye’nin pazarıdır. Bizim haftalık bayram günümüz. Pazara giden anne ve babalarımızın yolunu beklerdik. Şeker, meyve. Beyaz somun ekmeğine kavuşmak için… Köy ekmeği esmer olurdu. Beyaz ekmek daha hoştu. Hele içine helva koydun mu değmetadına. O zamanlar pazara gitsek de lokanta nerde, fırınlarda sıcak ekmek, üzüm, helva en güzel yemekti.
İdare ve çıra ile aydınlanmış ocak başları çalışma masamızdı. Kara lastikten silgi, erik reçinesinden tutkal yapardık. Vabis lastiği silgisi daha güzel silerdi. Nerede öyle renkli şatafatlı çantalar. ya ağaç bavul, yada bir bez parçasından dikilmiş torba. Torbanın rengi çantanın süsüydü. Ayakta kara lastik, dizleri ve arkası yamalıklı gabardinden pantolon, topukları sökülmüş, çitinmiş yün çorap, koltuk altı bazen sökük bir ceket, bir gömlek koşardık okul yolunda. O zamanki yumurtalar çok değerli idi. Kümesten 2 yumurta alıp götürdün mü bakkala, alırdık bir Nasrettin hoca defteri. Üzerinde yazardı “Parayı veren Düdüğü çalar”. Defteri de çimento torbası kâğıdıyla kaplar, ömrünü uzatırdık. Defter yaprakları genellikle sarı saman kâğıdı olurdu. Beyaz yapraklı defterler pahalıydı.
Günler geçer, gelirdi yayla zamanı, büyükler yaylaya göçer bizler okullar kapanmadığından köyde kalırdık. Bizlerin sellim zamanıydı. Toplaşırdık, konuşurduk, kâğıt oynamayı o günlerde öğrenirdik. Sevdalıklar o zamanlar alevlenirdi. Kuru ekmek, çaya talim ederdik. Okul bitince karneleri alır, yayla yolunu tutardık. Düğünler biz çocuklar için bir başkaydı. Börek, Patates yahnısı, sarma, keşkek ana yemeklerdi. En güzeli börekti, aç kurtlar gibi börek tepsilerine saldırırdık. Sütlaç söz kesendi.
Sevgili gençler! Bu anlatılanlar hayatımızın sadece bir kesiti. İşte pek çoğunuzun anne ve babasının çocukluk yıllarıdır. Bir çoğu okulsuzluk, birçoğu parasızlık nedeniyle liseye, Ünüversiteye gidemedi. Ama hepsinde okuma aşkı vardı. Yaşadıklarını çocuklarının yaşamasını istemiyorlardı. Tek istekleri sizlerin okuması, kültürlü olmasıdır. Kendi şartlarınızla, anne, babanızın şartlarını karşılaştırın. Onların dünyası bir köydü. Oyuncakları hep ağaçtandı. Araca hasrettik. Bir kamyon gördükmü koşar arkasına asılırdık. Bizim kamyonumuz, Hartamadan yaptığımız yürütmeçti. Portakalı, Şeftaliyi, Yenidünyayı, Muzu İstanbul’da gördük. Zeytin nedir bilmezdik. Köyümüzden birisine, gurbetten gelen akrabası, hediye getiriyor. Hediye içinde de zeytin koymuş, o gittikten sonra bana ne getirdi diye açıp bakmış. Siyah renkte koyun dığılına benzeyen bir şeyler görüyor. Vıy bana bunumu bana laik gördü diyip, kızıp atıyor. Onu gördüğünde sen bana koyun dığılınmı laik gördün diye soruyor… O da abla o zeytindi diyor. gülüşüyorlar. İşte şartlarımız göreneğimiz. Sizlerin yaşadığı şartlar belki bizlerden daha zor olacak. Ayakta kalmanız için tahsil yapmanız, iyi bir dil bilmeniz, kariyer yapmanız veya iyi bir sanatkâr olmanız gerekecek. Bu nedenle, hepinize başarı diler. Sevgiler sunarım.
YYKDD bülteni sayı 2 Mart 1999
Kadir AKSU
Öğretmen